7 Nisan 2017 Cuma

BARACK OBAMA DÖNEMİ VE TÜRKMENLER BÖLÜM 2


 BARACK OBAMA DÖNEMİ VE TÜRKMENLER  BÖLÜM 2


3.3. Türkiye-ABD Ekonomik İlişkileri

3.3.1. İkili Ekonomik İlişkilerin Genel Seyri

Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerde en sorunlu alanlardan birisi de ekonomidir. Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilerde çok ciddi sorunlar vardır. Dahası, aslında ekonomik ilişkilerin boyutunun siyasi boyuta göre önemsiz olduğunu söylemek mümkündür; zira iki ülke arasındaki ticaret hacmi oldukça düşük düzeyde seyretmektedir.

Türk-Amerikan ilişkilerinin askeri ve siyasi temelinin oluşturulduğu Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasında ciddi bir ekonomik ilişki ve işbirliği zemini oluşturulamamıştır. 1990?lı yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerine ekonomik bir boyut kazandırma girişimlerinin olduğu gözlense de bu girişimlerin çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.

ABD?nin Türkiye ve Türkiye?nin ABD dış ticaretindeki yeri de iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin ne denli zayıf olduğu konusunda genel bir fikir vermektedir. 2002 yılında Türkiye toplam ihracatının yüzde 9,2?sini, toplam ithalatının ise yüzde altısını ABD ile gerçekleştirmiştir. 2002 yılında ABD Türkiye?nin ticaret ortakları arasında üçüncü sırada yer almıştır. 2003 yılında ise Türkiye?nin genel ihracatı yüzde otuz arterken ABD ile ihracat sadece yüzde 11,3 artmıştır. Aynı yılda Türkiye?nin ithalatı yüzde 33,3 oranında artarken ABD?den yapılan ithalat yüzde 10,4 ile yine genel ithalattaki artışın oldukça gerisinde kalmıştır. Türkiye 2003 yılında ABD?nin ithalatında 42. sırada iken ihraç pazarları arasında 31. sırada yer almıştır. Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük 15 ekonomisinden biri olduğu dikkate alındığında Türkiye?nin ABD dış ticaretindeki yerinin oldukça kötü olduğu anlaşılır.

Dünya ekonomisindeki büyümeye paralel olarak iki ülke arasındaki ticaret hacminde de gözle görülür bir genişleme yaşanmıştır. 1985 yılında 1.9 milyar dolar iki ülke dış ticaret hacmi 2005 yılında 9.2 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. Ancak iki ülke ve genel anlamda dünya ekonomisinin büyümesi dikkate alındığında bu büyümenin yetersiz kaldığı açıktır. Bununla birlikte Türkiye açısından özellikle 2000?li yıllarda görülen en önemli gelişme, yıllarca Türkiye aleyhine açık veren dış ticaret dengesinin Türkiye lehine dönmeye başlamasıdır. Bu açık 2004 yılında zirve yaparak 1.5 milyar dolara kadar çıkmış bir sonraki yıl ise 1 milyar dolar seviyesine gerilemiştir.

Ancak bu olumlu gelişmeler yerini yine Türk-Amerikan ekonomik ilişkileri ile ilgili olarak karamsar yorumlara yol açabilecek somut gelişmelere bırakmıştır. Amerikan verilerine göre 2007 yılı Ocak-Mayıs döneminde Türkiye'nin ABD'ye ihracatı, bir önceki yılın aynı dönemine göre % 13,9 oranında bir gerilemeyle, 2,264 Milyon ABD Dolarından, 1,949 Milyon ABD Dolarına gerilemiştir. Buna karşılık ithalatın %13,7 oranında bir artış göstererek, 2,351 Milyon ABD Dolarından, 2,674 Milyon ABD Dolarına yükseldiği görülmüştür.

Aynı dönemde ABD'nin genel ihracatının, bir önceki yılın aynı dönemine göre %10,7 oranında bir artış göstererek, 460,6 Milyar ABD Dolarına ulaştığı, ithalatının ise %4,1 oranında bir artışla 770,7 Milyar ABD Dolarına ulaştığı gözlenmiştir. Bu rakamlar da 2000?li yılların başında ikili ekonomik ilişkilerde görülen kısmi iyileşmelerin 2006 ve 2007 yılında yerini tekrar istikrarsız bir görüntüye bıraktığını göstermektedir.

Bu istikrarsızlığın bir sonucu olarak da Türkiye?nin ABD?nin dış ticaretindeki yeri otuz dokuzunculukta kalmıştır. Angola, Şili, Hong Kong, Nijerya gibi ABD ile siyasi ilişkileri kısmen zayıf olan ülkeler bile Türkiye?nin üstünde listede yer almışlardır. Türk ekonomisinin dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olduğu dikkate alındığında bu sıranın tatminkar olmadığını ve iki ülke ekonomik ilişkilerinin oldukça yetersiz seviyede kaldığını göstermesi bakımından önemli olduğunu söylemek mümkündür.

Durumu daha da ilginç hale getiren ise ABD kaynaklı sermayeden ve yatırımlar dan Türkiyenin aldığı payın çok düşük düzeylerde seyretmesidir. İki ülke arasındaki coğrafi uzaklığın karşılıklı ithalat ve ihracatın önünde kısmi bir engel olduğunu söylemek mümkün ise de doğrudan veya dolaylı dış yatırımların hacminin düşük olması iki ülke ilişkilerinin ekonomik boyutunun oldukça zayıf olduğu anlamına gelmektedir.

Bu durumun muhtemel sebeplerinden birisinin Türkiye?deki siyasi istikrarsızlık olduğunu söylemek mümkündür. Yabancı sermaye için çekici olmaması Türkiyenin ABD?den yeterince sermaye ve yatırım çekmemesinin nedenlerinden birisi olmuştur. Bununla birlikte ABD?nin müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye ile olan ilişkilerinde ekonomik boyutun güçlendirilmesi için önemli sayılabilecek hiçbir adım atmaması ekonomik ilişkilerin zayıf kalmasının diğer nedenlerinden birisi ve belki de en önemlisidir.

Ancak Türk tarafının da ABD ile ekonomik ilişkilere önem vermediği de ortadadır. Veya önem veriyorsa bile bu konuda teşvik edici ciddi çalışmalarda bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye?deki bürokrasiden ve ekonomik faaliyetlerin önündeki engellerden şikayetçi olan özel sektör temsilcilerinin ABD?de faaliyet göstermeyi hiç düşünmemeleri ayrıca dikkate değerdir. Ekonomik faaliyetlerin önünde hiçbir engelin olmadığı ve tamamen liberal ilkeler çerçevesinde işleyen Amerikan piyasası bu açıdan aslında Türk girişimciler için uygun fırsatlar sunmaktadır. Türkiye?de çok iyi bilinen belli başlı birkaç giyim markası dışında Amerikan tüketicisinin aşina olduğu Türk ürününün olmadığı düşünüldüğünde Türkiyenin ABD?de ekonomik açıdan var olmadığını söylemek abartılı olmayacaktır. Türk ürünü havlu ve bornoz grubu ürünlerinin ve örneğin çam fıstığı gibi bazı tarım ürünlerinin Amerikan markaları ile satışa sunulmaları ve ilgi görmeleri ayrıca dikkat çeken bir başka konudur.

3.3.2. Obama Dönemi Türk-Amerikan Ekonomik İlişkileri

Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerindeki bu kısır tablonun Barack Obama?nın başkanlığı döneminde belirgin bir şekilde değişebileceğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Özellikle küresel mali krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında yer alması nedeni ile ABD?nin bile geleneksel dışa açıklık ilkelerinden taviz verebileceği yönünde işaretler veriyor olması bu açıdan dikkate alınması gereken bir başka önemli ayrıntıdır. Bazı analistlerin ABD?nin bir tür korumacılığa yönelebileceği şeklindeki uyarıları dikkate alındığında Türkiye ile ABD arasındaki ticari ilişkilerin kısa dönemde iyileşebileceğini söylemek oldukça zordur.

Türkiye?nin görece olarak karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektör ve alanların geleneksel olarak emek-yoğun olması ve tam da bu nedenle gelişmekte olan bazı ülkelerin bu çerçevede Türkiye ile rekabet edebilir hale gelmeleri Türk-Amerikan ekonomik ilişkileri açısından olumsuz sonuçlar doğurma potansiyelini taşımaktadır. Bununla birlikte uzun dönemli ve sağlam siyasi ilişkilerin ekonomik ilişkiler ile desteklenmesi gerektiği açıktır. Karşılıklı bağımlılık düzeninin önemli belirleyicilerinden biri olan ekonomik ilişkilerin zayıf ve cılız kalması orta ve uzun dönemde siyasi ve stratejik ilişkileri de tehdit etme ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Bu açıdan gerek Türkiye?nin ve gerekse de ABD?nin, uzun süreli siyasi ve askeri işbirliği için ekonomik ilişkilere ağırlık verilmesi gerektiğinin ayırtına varabilmesi önem taşımaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, anlaşıldığı kadarıyla en azından belli bir süre daha etkili olması beklenen küresel ekonomik kriz nedeni ile ekonomik ilişkilerde canlanma sağlanamasa da sağlıklı bir siyasi işbirliği için kriz sonrası dönemde Obama yönetiminin Türkiye ekonomik ilişkilere ağırlık vermesi gündeme gelmelidir. Bir başka deyişle, kısa vadede ekonomik anlamda iki ülke ilişkilerinde bir beklenti içine girmek gerçekçi değilse de gerek kriz süresince ve gerekse de kriz sonrası dönemde ikili ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesinin bir ihtiyaç olduğu vurgulanmalıdır. Bu vurgu, mevcut ve gelecek siyasi ve stratejik ilişkilerin daha sağlam bir zemin üzerine bina edilebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Burada Obama?nın Türkiye ile ikili ekonomik ilişkilere özel bir önem atfedeceğini beklemek elbette ki gerçekçi olmayacaktır. Küresel mali krizin etkilerini en derin bir şekilde hisseden ABD?nin doğal olarak önceliği kendi ulusal ekonomik ve finansal sistemini düzlüğe çıkarmak olacaktır. Böylesi bir ortamda Türk girişimcisi ve ürünleri için ayrıcalık anlamına gelecek ekonomik düzenlemelerin ABD?den beklenemeyeceği açıktır. Tercihli ticari ürünler sisteminin içerik ve kapsamının genişletilmesi gibi Türk ürünlerinin Amerikan pazarına girişini biraz daha kolaylaştıracak tali ve teknik konular elbette gündeme getirilebilir. Ancak bugüne kadar beklenen faydayı pek de sağlamayan ve sınırlı bir etkiye sahip olan bu tür girişimlerin çok da işe yaramadığı unutulmamalıdır.

Obama dönemi Türk-Amerikan ikili ekonomik ilişkileri açısından bir başka muhtemel önemli nokta da Obama?nın New Deal benzeri girişimler ile ulusal ekonomiyi canlandırma ve sosyal politikalara ağırlık vermesi ihtimalidir. Her ne kadar böylesi girişimler Obama?nın ABD?nin geleneksel küresel ekonomi ve serbest ticaret eksenli bakış ve politikasını değiştirme anlamına gelmeyecekse de küresel ölçekte büyük tepki çeken neoliberal politika ve uygulamalarının görece de olsa yumuşatılması eğilimini taşıyabilecektir. Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinin halihazırda cılız seviyede olduğu dikkate alındığında bu türden değişikliklerin Türkiye açısından doğrudan bir anlamı olmayabilecektir. Ancak böylesi tercih değişikliklerinin Transatlantik ekonomik ilişkilere etkisi belirgin ve anlamlı olabilecek bu da dolaylı yollardan da olsa Türkiye?yi etkileyebilecektir.

3.4. Akut Bölgesel Ve Küresel Sorunlar İle Mücadelede Türk-Amerikan İşbirliği Potansiyeli

3.4.1. Barack Obama Yönetiminin Başlangıç Performansı

Amerikan seçimlerine ve dünya gündemine büyük bir heyecan getiren ve vaatleriyle umut dağıtan yeni Amerikan başkanı Barack Obama?nın başkanlıktaki ilk ayında kısmen de olsa başarılı bir performans sergilediğini söylemek mümkün. Göreve geldiğinde önemli krizler ve sorunlar ile mücadele etmesi gerektiğinin farkında olan yeni başkanın aldığı ilk tedbirler ve yaptığı ilk icraatlar yerindeymiş izlenimi uyandırıyor.

Başkanlık koltuğuna gelmeden önce meydana gelen ve kendini gösteren yeni krizlere ilave olarak Bushun başkanlık döneminde giderek kronikleşen ciddi problemleri önünde bulan Obama radikal adımlar atmasa da önemli hatalar yapmayarak bir yönüyle rüştünü şimdilik ispat etmiş oldu.

Afganistan da ve Irak ta giderek kötüye giden durum, ABD?nin başta Ortadoğu bölgesinde olmak üzere bütün dünyada kötüleşen imajı, Çin?in Uzak Asya?da giderek daha etkin hale gelmesi, nükleer hevesleri olan Kuzey Kore ve İran konusunda ABD ve müttefiklerinin çaresiz kalması gibi birçok sorunu adeta çözümsüz bir şekle sokan Bush yönetimi ayrıca Ağustos 2008 de Rusya?nın Gürcistan a saldırması karşısında da hiçbir şey yapamamış ve Rusya?nın Güney Kafkasya da nüfuz alanını genişletmesine adeta seyirci kalmıştır. Bunun yanı sıra ABD nin öncülüğünü yaptığı İkinci dünya Savaşı sonrası dünya düzeninde yakın işbirliği içinde bulunduğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinde yine bu dönemde önemli problemler ortaya çıkmış ve transatlantik ilişkiler ilk kez ciddi yara almıştır.

Kısaca bu şekilde özetlenebilecek sorunlara ilave olarak 2008 yılının sonlarına doğru daha belirgin hale gelen ABD kaynaklı küresel ekonomik kriz de Obamanın üzerindeki yükü ve sorumluluğu daha da arttırmıştır. Geniş kitlelerin kendisi ile ilgili ciddi beklenti ve umutlar beslediği yeni başkanın bu ciddi tehdit ve krizlere nasıl karşılık vereceği ciddi bir merak konusu olmuştur zira Obama?nın bu tehdit ve problemlere karşı ne derece etkin olabileceği konusunda ciddi endişeler bulunuyordu.

Ancak şu ana kadarki performansına bakıldığında en azından şimdilik Obama ile ilgili endişelerin kısmen de olsa giderilebileceğini söylemek mümkün. Gerçi bu kadar kısa bir sürede bir değerlendirme yapmak yanıltıcı olabilir; ancak akut sayılabilecek krizlerin varlığı dikkate alındığında Amerikan yönetiminin bunlara nasıl karşılık verdiği yönetim beceri ve kapasitesini göstermesi bakımından önem taşıyor.

Afganistan konusunda yeni sayılabilecek net bir açılımı görünmese de Obama?nın Iraktaki durum ile ilgili olarak en azından belli bir plana sahip olduğu izlenimi edinilebiliyor. Birkaç eyalet dışında bu ülkede Şubat ayı içerisinde yapılan yerel seçimlerin sorunsuz geçmesi ve Amerikan askerlerinin çekilmesi ile ilgili olarak 2012 yılının zikredilmesi bu çerçevede somut gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor.

Elbette ki Irak?ın geleceğinin nasıl şekilleneceği ile ilgili net bir şey söylemek hala mümkün görünmüyor; Irakın toprak bütünlüğünün korunacağı ?en azından belir bir süre için şimdilik kesin gibi görünse de anayasal olarak nasıl bir çerçeve ile sınırlarının çizileceği önemli bir muamma. Irakın federal bir devlet olarak uluslar arası topluma katılması en büyük ihtimal olarak gündeme gelse de federal birimler arasındaki ilişki ve yasal bağların sıkı ya da gevşek olması büyük önem taşıyor. İşte bu noktada hala ciddi belirsizlikler var. Gevşek bir federasyon İranın nüfuzunun Şii bölgesine doğru genişlemesi ile sonuçlanabileceği gibi bağımsız bir Kürdistanın yolunu açıyor izlenimi vermesi nedeniyle de bölgede gerilime neden olabilir. Öte yandan sıkı bir federasyon özellikle Kürt bölgesini hayal kırıklığına uğratabileceğinden Amerikan yönetiminin ülkeden çekilirken geriye nasıl bir siyasi yapı bırakacağı hayati derecede önem taşıyor.

Bütün bu belirsizlik ve zorluklara karşın Obama yönetiminin başlangıç performansı Irak ile ilgili olarak en azından kötümser olunmayabileceği kanaatini uyandırıyor. Her ne kadar elimizde Obamanın bu ülkede nasıl bir politika izleyeceği ile ilgili somut veriler yoksa da şiddetin giderek azalmış olması ve seçimlerin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş olması güven ve iyimserliği arttırıyor.

İsrailin Gazze saldırıları sırasında başarısız bir performans sergileyen Obama, henüz resmen başkan olmadığı gerekçesini öne sürerek saldırılar ile ilgili yorum yapmaktan kaçınmıştı. Seçilmiş başkan sıfatı ile başka küresel sorunlarda görüş ve çözüm önerilerini açık bir şekilde dile getirmesine rağmen bu konuda sessiz kalan Obamanın bu ilk testi geçemediğini söylemek mümkün. Ancak ateşkesin ardından Obamanın Ortadoğu özel temsilcisinin aktif diplomatik girişimlerde bulunması Obama yönetiminin bu konuda bir şeyler yapmak istediğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Elbette ki Obama?dan ve özel temsilcisinden sonuç getirici hamleler beklemek fazlaca iyimserlik olacaktır; ancak Obama en azından Amerikan yönetiminin konu ile ilgilendiğini ve muhtemel krizlere karşı hazır olduğunu hissettirmiştir.

Bütün dünyayı, ama belki de daha çok ABDnin kendisini etkileyen küresel kriz konusunda güven verici adımları ile Obama başarılı sayılabilecek bir performans sergilemiştir. Kurtarma paketi ile finans aktörlerine ve piyasalara güven vermeye çalışan Obama bir yandan da krizle mücadelenin uzun vadeli bir iş olduğu mesajını vermeyi de başarmıştır. Böylelikle gereksiz beklentilerin önüne geçmiş ve halkın uzun vadeli güvenini kazanabilmiştir. Bunu yaparken de CEO?ların maaşlarını sabitleme gibi belki sembolik sayılabilecek ama geniş kitlelerin sempatisini kazanabilecek adımlara başvurması Obama?nın başarılı performanslarından biri olarak dikkat çekiyor.

3.4.2. Akut Sorunlarda Türk-Amerikan İşbirliği

Obamanın aktif sayılabilecek başlangıç performansı özellikle bölgesel konularda Türk-Amerikan işbirliği potansiyelinin var olabileceğine işaret etmektedir. Irak ve İran ile ilgili krizler başta olmak üzere İsrail-Filistin sorununun çözümüne yönelik atılacak adımların belirlenmesi ve uygulanmasında Obama yönetiminin tavrı ve politikaları bölgede Türk-Amerikan işbirliğinin yolunu yeniden açabilecektir.

Bu çerçevede Türkiyenin bir süredir bölgede çok yönlü bir dış politika izlemeye ve uygulamaya çalıştığı düşünüldüğünde muhtemel Amerikan-Türk işbirliğinin bu çizgiyle uyumlu olabileceğini söylemek de mümkündür. Özellikle İsrail-Filistin sorununda öncü ve arabulucu bir rol üstlenebileceği sıklıkla dile getirilen Türkiye bir taraftan da İsrail-Suriye görüşmelerine arabuluculuk ederek aktif bir tutum benimsemiştir. Türkiye?nin kendisi dışındaki bazı faktörlerden ötürü somut sonuçlar vermeyen bu girişimlerin yeniden canlandırılması ve etkin bir zemine oturtulması Türk-Amerikan işbirliği sayesinde mümkün olabilecektir.

Barack Obama yönetiminde aktif ve görünüşe göre yapıcı ve çözüme yönelik bir politika izleyen ABD?nin Ortadoğudaki bölgesel sorunlarda Türkiyenin muhtemel rolünü olumlu karşılayacağı beklenebilir. Bu da iki ülke arasındaki ilişkileri canlandıracağı gibi ortak hareket etme kabiliyetlerini de arttıracaktır. Bu da iki ülke ilişkilerini, her iki ülkenin kendi spesifik sorunlarının tartışıldığı kısır bir bağlamdan çıkarıp daha geniş ve zengin bir içeriğe kavuşturacaktır.

İran karşısında Bush yönetiminin takındığı katı tutumun Obama tarafından terk edileceğinin sinyalinin verilmesi bu çerçevede ayrıca dikkate alınması gereken bir konudur. Zira Türkiye, İran?a silahlı müdahalenin gündemde olduğu dönemlerde dahi İran ile diyalogu fiili olarak devam ettirmiştir; bu da bugün ABD?nin Türkiyenin çizgisine geldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Elbette ki İranın nükleer hevesleri konusunda Türkiye ile ABD nin bir bloğun içinde imiş gibi davranmalarını beklemek doğru olmayacaktır; ancak bölgedeki diğer sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da Türkiye diplomasinin imkanlarının kullanılabilmesinin mümkün olduğunu gösterebilecek, bu da ABD?nin diyaloga dayalı yeni yaklaşımını daha uygulanabilir kılacaktır.

3.4.3. Akut Sorunlar  ve Obama?nın Türkiye Ziyareti

Geçtiğimiz günlerde Türkiyeye resmi bir ziyaret gerçekleştiren Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, resmi temaslarından çok Başkan Obama?nın Türkiyeye yapacağı dış ziyaret gündemde yer aldı. Öyle ki Clinton?ın Türkiyede ne yaptığı ve ne tür temaslarda bulunduğu fazla konuşulmuyor ama Başkan Obama?nın Türkiye ziyaretinin ne anlama geldiği veya geleceği sıklıkla tartışma konusu oluyor.

Amerikan Başkanı Barack Obama nın Türkiye ye yüksek profilli bir ziyaret yapmaya karar vermesi gerçekten de önemli. Bu önem sembolik olmaktan daha öte bir noktayı ifade ediyor ve Bush döneminde bozulan Türk-Amerikan ilişkilerinin bambaşka bir safhaya taşınması irade ve isteğini ortaya koyuyor. Nasıl ki Bush döneminde ikili ilişkilerin kısmen de olsa zarar görmesinin asıl nedeni Amerikan tarafı idiyse şimdi de bu ilişkileri tamir etme iradesi Amerikan tarafından gösteriliyor gibidir. Belirtmek gerekir ki Bush döneminde Türkiye?nin bölgesel ve uluslararası sorunlarda dışlanması bir tercih iken yine Türkiye ile yakınlaşma Obama?nın bir tercihini göstermektedir.

Bu açıdan bakıldığında Obama?nın Türkiye ziyaretini yeni başkanın vaat ettiği dış politika stil ve dizaynının bir tezahürü olarak görmek mümkün. Sabık başkan Bush un tek taraflı dış politika tasarımında Türkiye nin ve tabi ki diğer bölge ülkelerinin fazlaca bir rolü yokken bugün Obama çok taraflı bir dış politika ve uluslararası sistemin gereğini hissetmiş bir görüntü vermektedir. Türkiye ziyareti bu yeni yönelimin izlerini taşıması açısından önem taşımaktadır.

Spesifik dış politika konuları çerçevesinde bakılacak olursa Obama nın Türkiye ziyareti şu açılardan önemli olup ikili ilişkilerde yeni işbirliği ve akut kriz ve sorunların çözümü potansiyellerini içermektedir:

Her şeyden öte ziyaretin Nisan ayında, Ermeni soykırım iddiaları açısından önemli bir tarih olan 24 Nisan dan önce gerçekleşiyor olması önemlidir; zira bu tarihte Amerikan başkanı iddiaları nasıl tanımlarsa tanımlasın, Ermeni soykırım iddialarının ikili ilişkilerin önüne, bu ilişkilere zarar verecek şekilde geçmesinin engellenmek istendiği mesajı verilmektedir. Diğer bir ifade ile ABD, Ermeni soykırım iddialarına rağmen Türkiye ye yakın durmayı tercih ettiğini böylesine mütevazi bir adımla da olsa göstermiş olmaktadır.

Belki bundan daha önemli olarak Obamanın bölgedeki ilk dış gezi için Türkiye?yi tercih etmiş olması hem Türkiye  nin bölgesel rolünün yeniden tanınması ve ABD nin bölgesel krizler ile mücadele etmesi için Türkiye?nin işbirliğinin gerekliliğinin farkına varılmasını göstermiş olmasıdır. Iraktaki durumdan İran sorununa, Filistin-İsrail anlaşmazlığından bölgedeki demokrasi sorununa kadar bir dizi sorunda Obama yönetimindeki ABD, Bush döneminden kalan enkazı ve ağır yükü dikkate almak zorundadır. Bölgedeki Amerikan imajının iyice zayıfladığı dikkate alındığında Obama açısından Türkiye ile yeniden güçlü ve işbirliğine dayalı ikili ilişkiler tesis etmek akıllıca bir seçimdir.

Irak tan çekilme bilindiği gibi Obama?nın dış politika öncelikleri arasında yer almaktadır. Çekilme ile birlikte bölgenin daha fazla istikrarsızlığa mahkum olmaması da ayrı bir önceliktir. Her iki hedefin aynı anda sağlanması Türkiye ile ABD arasında eşgüdüm ve işbirliğini kaçınılmaz ve zorunlu kılmaktadır. İşte böylesine akut ve kısa süre içinde çözülmesi gereken bir sorunun masaya yatırılması kısa vadede Türk-Amerikan ilişkilerinin ve işbirliğinin ana gündemlerinden birini oluşturmaktadır.

Obama nın Türkiye ziyareti hiç şüphesiz ABD nin İslam dünyası ile ilişkilerini düzeltmesi açısından da büyük bir önem taşıyor. Gerçi Türkiye İslam dünyasının lider ve önder bir ülkesi olma iradesi göstermiş değildir; böyle bir irade gösterse bile böylesi bir rolün ilgili aktörlerce kabul edilip edilmeyeceği de kesin değildir. Ancak vaat ettiği dış politika açısından büyük önem taşıyan İslam dünyası ile ilişkileri restore etmek açısından ABD Başkanı Obama nın Türkiye seçimi isabetlidir.

Bu ziyaret vesilesi ile İslam dünyasına açık bir çağrıda bulunup bulunmaması o kadar önemli değildir; ancak Obama nın Müslüman ve demokratik bir ülkeye ilk ziyaretini yapıyor olması İslam dünyasına ve aslında bütün Ortadoğu ya verilmiş güçlü bir işbirliği mesajıdır.

Sonuç:

ABD?de Obama döneminin ne getireceği ile ilgili tahminde bulunmak için henüz oldukça erkendir. Daha önce yapılmış planların rafa kaldırılmasına neden olacak radikal gelişmelerin meydana gelmesi her zaman muhtemeldir. Bu da eldeki verilere göre yapılmış tahminleri sıklıkla anlamsız kılabilmektedir. 11 Eylül saldırıları olmasaydı Bush dönemi belki de daha farklı olurdu; ya da Gürcü lider Saakaşvili Güney Osetya?ya saldırmasaydı bugün belki Rusya?nın genişletilmiş nüfuz alanından söz etmiyor olurduk. Bununla birlikte Obama döneminde Türk-Amerikan ilişkileri ile ilgili olarak şu genel gözlemleri yapmak mümkündür:

1- Bu dönemde ikili ilişkilerin daha eşitler arasında ?daha çok işbirliği? şeklinde gelişeceğini söylemek mümkündür. Gerek işbirliği yapılacak alanların fazla oluşu, gerekse de tarafların ilgili sorunlara örtüşen bakış açılarıyla yaklaşıyor oluşu böylesi bir ilişki şeklini mümkün kılabilecektir. Burada hiç şüphesiz Bush döneminin tek yanlı dış politikasının yerini çok taraflılığa vurgu yapan Obama stilinin alması ihtimalinin yüksek oluşunu hatırlamak gerek. Bu anlamda Amerikan dış politikasının radikal bir değişikliğe uğrayacağını söylemek ve bunun da Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacağını tahmin etmek mümkündür. Ancak belirtmek gerekir ki bu daha çok değişen Obama yaklaşımının bir ürünü olacaktır; diğer bir ifadeyle bu sadece Türkiye ye yönelik özgün bir davranış değişikliği değil uluslararası politikaya alternatif bir yaklaşımın ifadesi olacaktır. 

Bu nedenle bu dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin  çok özel  olacağını söylemek için henüz erkendir.

2- Obama döneminde Türk-Amerikan ikili ilişkilerinde görülmesi muhtemel yapısal iyileşmenin bazı görece olarak ikincil konuların da çözülmesini beraberinde getirebileceği düşünülmemelidir. Burada özellikle Ermeni soykırım meselesinin de Obama döneminde sorun olmaktan çıkmasını beklemek mümkün olsa da bunun nasıl gerçekleşeceği o kadar net değildir. Diğer bir deyişle Obama nın Türkiye ye yeniden önem atfetmeye başlaması ve iki ülkenin bölgesel ve bazı küresel problemlerde işbirliği yoluna gitmesi Obama nın Ermeni soykırım iddialarını tanıyacağı şeklindeki seçim vaatlerini unutabileceği anlamına gelmemektedir. Unutmamak gerekir ki Obama seçim kampanyası döneminde gerek sözlü ve gerekse de yazılı olarak Ermeni soykırım iddialarını tanıyacağını açık bir şekilde belirtmiştir. Böylesi bir noktadan geriye dönüşü ifade edebilecek bir çizgiyi benimsemesinin hiç de kolay olmayacağı hesaplanmalıdır. Bununla birlikte Obama nın resmen Ermeni soykırım iddialarını hemen tanımayabileceğini ve bunun için en uygun zamanı bekleyebileceği de ihtimal dahilindedir. ABD?nin Ermeni soykırım iddialarını tanımasının görece öneminin iyice azaldığı bir zamana kadar Obama nın verdiği sözleri tutmayı ertelemesi mümkündür. Diğer bir ifadeyle, ABD kurumlarının veya Başkanının Ermeni soykırımını tanıması ile tanımaması arasında fazla bir farkın olmadığı bir konjonktür yakalandığı takdirde Obama verdiği sözü tutma yolunu seçebilir. Böylesi bir adım hem Türk-Amerikan ilişkilerini fazlaca yaralamayacak hem de kendisi üzerindeki  soykırımı tanıma baskısını bertaraf edecektir. Böylesi bir noktaya ulaşılıp ulaşılamayacağı ayrı bir konudur; burada önemli olan nokta böylesi bir noktaya ulaşılması için ABD yönetiminin de gayret göstermesi gerektiğidir. Dolayısıyla Türkiye, kendi pozisyonuna uygun bir durumun yaratılması konusunda ABD yönetiminden ciddi beklentiler içine girme hakkını kendinde görebilecektir. Bu da aslında bir yönüyle bir avantaj gibi telakki edilebilir.

3- Obama döneminin Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu yansımalarının olacağı güçlü bir ihtimaldir; bununla birlikte bunun sadece ikili ilişkiler ile sınırlı olmayacağı da açıktır; Amerikan yönetiminin yeni bir stil geliştirmek istediği ortadadır; bunun da sadece Türk-Amerikan ilişkilerinde değil ABD nin diğer politikalarında da önemli değişiklilere neden olacağı düşünülebilir. Özellikle AB ile ABD arasında Bush döneminde meydana gelen çatlakların Obama döneminde onarılması ile birlikte Transatlantik ilişkilerin yeniden eski canlılığına kavuşacağını söylemek mümkündür. Hatta Obama?nın çok taraflılığa ve uluslar arası hukuka yaptığı vurguya dayanarak Çin, Hindistan, Rusya ve hatta İran ın ABD?nin işbirliği yapabilecekleri listesine girebileceği bile iddia edilebilir. Bunun Türkiye açısından pratik anlamı ise Türkiye?nin dış politikasına küresel bir vizyon kazandırması gerektiğidir. Bu vizyon esasen Türkiye?nin BM Güvenlik Konseyi?ndeki etkinliği açısından da önem taşımaktadır; ama daha önemlisi küresel veya bölgesel krizlerde oynayacağı rol ve Obama?nın ABD si ile yapacağı işbirliğinin çerçevesi Türkiye?nin küresel bir vizyonu ile daha belirgin ve etkili olacaktır.


http://www.bilgesam.org/incele/1019/-obama-donemi-turkiye-abd-iliskileri/#.WOcivPmLQdU


***

İlk Obama Dönemi Türkiye – ABD İlişkileri,


MİSAFİR KALEM 
15 Kasım 2012

İlk ilişkilerin başladığı zamandan günümüze kadar bazı çalkantılı dönemler yaşanmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri ilişkileri her zaman stratejik önemini korumuştur. İki devlet arasında çok yönlü ilişkilerin olduğundan bahsetmek mümkündür. İlişkiler çoğu zaman ikili meselelerin ötesine geçerek; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya’da yaşanan kilit bölgesel meselelerden enerji, arz güvenliği, küresel ekonomik gelişmeler, nükleer yayılmanın önlenmesine kadar uzanan alanlardadır. Yine iki devlet birçok uluslararası örgütte birlikte yer almaktadır.

Barack Obama’nın 44. ABD Başkanı olarak seçilmesinin ardından ilk denizaşırı devlet ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirmiş olması ve Türkiye – ABD ilişkilerini ‘’Model Ortaklık’’ olarak tanımlaması önem arz etmektedir. Nitekim Model Ortaklık; daha çok güvenlik alanında yoğun işbirliğini ifade eden stratejik ortaklığın bir adım ilerisidir. Yani birçok alanda ortak işbirliğini ifade etmektedir. Model Ortaklığın getirdikleri şöyle açıklanabilir;

İki taraftan toplam 4 Bakan’ın yılda iki kez toplanacak (Türkiye adına iki Bakan; Başbakan yardımcısı Ali Babacan ve Dış ticaretten sorumlu Zafer Çağlayan koordinatör olacak) Ortak bir Türk – Amerikan konseyi kurulacak, Türk – Amerikan ticaret hacmi artırılmaya çalışılacak Irak’ın kuzeyinde terör ile mücadelede ABD’den tam destek alınması

A-) Türkiye – ABD – AB

AB’ye katılım süreci Türkiye’nin gelecek perspektifinde insan haklarına ve hukuka saygılı, demokratik bir ülkeye dönüşmesine ve geniş ufuklu bir siyasi vizyonun gelişmesine katkı sağlamaktadır.

ABD, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği desteklemiştir. Bu eski bir ABD Geleneği sayılabilir. Clinton ve Bush da açıkça Türkiye’yi AB üyeliği için desteklemişlerdir. ABD’nin istediği; Türkiye AB içinde yer alarak elde edeceği diplomatik olanaklar ve koruma şemsiyesi ile Ortadoğu – Balkanlar – Kafkaslar üçgeninde ABD’nin operasyonel gücü olarak çok kıvrak manevralarda bulunabilecektir. Bunun yanı sıra Türkiye, Avrupa Birliği içinde  Amerikancı siyasetiyle tarihsel olarak yalnız kalan İngiltere’nin yanında güçlü başka bir dayanak olacaktır. Bundaki amaç ABD’nin mevcut yönelimlerini kırmaktır. Türkiye, AB üyelik hedefi sayesinde doğusuyla – batısıyla, güneyiyle – kuzeyiyle ticaretini ve siyasetini geliştirmektedir. Bu yüzden Türkiye, AB’ye tam üyelik çerçevesinde üstüne düşenleri yapmaya devam etmelidir.

B-) Türkiye – ABD – İsrail

Türkiye ile İsrail arasında iyi ilişkiler Mavi Marmara baskını, alçak koltuk krizi gibi problemler nedeniyle  büyük gerginlikler yaşamıştır. Türkiye, İsrail ile diplomatik ilişkilerini II. Katiplik seviyesine indirerek neredeyse ilişkileri kopartma noktasına gelmiştir.

Türkiye’nin İsrail’e karşı uygulamış olduğu sert tutum ABD tarafından da dikkatle takip edilmektedir. ABD’nin bölgedeki en önemli iki müttefiki arasında yaşanan sorun ABD’yi de rahatsız etmektedir. ABD’nin stratejik öncelikleri konusunda önde gelen durumlardan biriside İsrail’in bölgede güvenliğinin garanti altına alınmasıdır. Amerika’da Yahudi lobisinin desteği ile İsrail için her türlü karar Senato’dan geçirilebilmektedir. ABD, İsrail ile Türkiye arasında yaşanan krizin bir an önce çözümlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bir nevi ‘’Aktif Tarafsızlık’’ politikası yürüterek soruna müdahil olmayı seçmiştir.Eğer Başkanlık seçimlerinde Mitt Romney ipi göğüslerse bu durumun değişiklik göstereceği aşikardı. Romney, açıkça İsrail’e tam destek göstereceğini belirtmekteydi.

Yine son günlerde ortaya atılan bir iddiaya göre İsrail’in Türkiye’den özür dilemek için ‘’ABD’nin Pakistan’dan özür dileme’’ metodunu örnek alacağı belirtilmiştir. ABD’nin Afganistan – Pakistan sınırında insansız hava araçlarıyla ve yanlışlıkla 24 Pakistan askerini vurması İslamabad ile ilişkilerini gerginleş tirmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton: ülkesinin  Pakistan ordusunun kayıpları için üzgün olduğu ve bir daha tekrarlanmaması için çaba göstereceğini belirtmesi ortamı yumuşatmıştır. Türkiye’nin talep ettiği özre karşı olan Lieberman, Amerikan diplomasisinden faydalanarak bu tarzda bir cümleyi eğer Ankara kabul ederse  yaşanan gerginliği aşmak için söylemeye hazır olduğunu belirti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin talep ettiği tazminat ve özür giderilmediği sürece ilişkiler normalleşmeyecektir.

C-) Türkiye – ABD – İran

Kendine özgü siyasi tarzı, tarihi ve kültürü ile Orta Doğu’da Arapça konuşmayan tek ülke olan İran, aynı zamanda dünyada ki tek Şii teokrasisidir. Hem İslamcı bir rejim hem de oldukça geleneksel muhafazakar bir topluma sabittir. İlk ilişkilerin başlamasından günümüze kadar Türkiye ile İran arasında pek sorun yaşanmamıştır. Aynı şekilde İran Devrimi öncesi ABD – İran ilişkileri üst düzeyde seyrederken; Humeyni döneminde ilişkiler gerginleşmeye başlamış ve günümüzde de karşılıklı tehdit algılamalarına dönüşmüştür.

ABD – İran arasında yaşanan ‘’Nükleer Tesis İnşası’’ tartışmaları İran’ın nükleer güç elde etmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. ABD, İran’ı bölgesel çıkarları için büyük bir tehdit olarak görmektedir. Türkiye bu iki devlet arasında yaşanan gerginliğe ‘’Yumuşak Güç’’ olarak katılmayı seçmiş hem iki devlet için hem de dünya için çözüm önerileri sunarak görüşmemeler başlatılması taleplerinde bulunuştur.

ABD, diplomatik araçları kullanarak uluslararası alanda İran’ı yalnızlaştırmayı amaçlamakta, siyasal rejimin meşruiyetini tartışmalı hale getirerek rejimi zorda bırakmak ve ekonomik – finansal baskı yaratmak istemektedir.

ABD – İran anlaşmazlığı Türkiye açısından çeşitli güvenlik sorunları yaratacaktır. Bunlar terörizm, kitlesel göç, kaçakçılık, sınır güvenliği ile askeri konularda olabilir. Süreç ilerledikçe Türkiye, İran – ABD arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak ve büyük ihtimalle tamamen ABD yanlısı bir politika izleyecektir. Bu durumda İran, gerek Türkiye’ye gerekse ABD’ye zarar vermek için terör kartını kullanacaktır.

Yine İran’ın barışçı amaçlarla ve enerji üretimi için başlattığını iddia ettiği nükleer enerji çalışmalarından kuşkulanmak için çeşitli nedenler bulunmaktadır.

İran’ın ihtiyacından fazla uranyum zenginleştirmek istemesi Uluslararası toplumda nükleer araştırmalara karşı herhangi bir kısıtlamanın olmamasına rağmen İran’ın nükleer çalışmalarını gizli yürütmesi,Nükleer tesislerin bir askeri üs’te yer alması,Zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip İran’ın enerjisi için nükleer çalışmalara ihtiyaç duymasıSon olarak İran – ABD gerginliğinde Türkiye için sıfır maliyetli bir çözüm bulunmamaktadır. İran’ın nükleer güce sahip olmasının da, rejim bunalımına girmesinin de Türkiye’ye etkisi olacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin diplomatik açıdan bir taraf seçmesi gerekliliği yine Türkiye’yi sıkıntıya sokacaktır.

D-) Türkiye – ABD – Ermenistan

Ermeni meselesi Türk – Amerikan ilişkilerinde gerilim yaratma potansiyeline sahip konuların başında gelmektedir. Bu konuda seçilme kaygısı daha ön planda olan kongre üyeleri stratejik çıkarları ön plana çıkarma eğilimi gösteren ABD yönetimine göre farklı bir yaklaşım sergilemektedir. ABD’de ki Ermeni lobileri kongre üyeleri üzerinde ciddi bir hakimiyete sahip olarak Ermeni meselesini sürekli gündemde tutmayı başarmıştır.

Yine Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması bir bakıma AB’ye girişinin ön koşullarından birisidir. ABD iki devlet arasında sorunun çözüme kavuşturul ması için çabalanması gerektiği tavsiye etmektedir. Ermeni lobisi 2015 yılına kadar ABD Başkanı’na sözde Ermeni soykırımını söyletmek ve kabul ettirmek için çaba sarf etmektedirler. Lobi bu meseleyi kullanarak ABD – Türkiye arasındaki ilişkilere zarar vermektedir.

Yine ABD’de yaşayan Ermeni toplumu New York’ta iddialarını gündeme taşımıştır. ‘’Kırmızı Köpek Uluyor’’ adlı tiyatro oyununda 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında geçtiği iddia edilen olaylar konu edilmiştir.

E-) Türkiye – ABD – Irak

ABD’nin Irak’a müdahale etmesinin ardından günümüze kadar Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi üzerindeki politikası son zamanlara kadar büyük bir kararlılık ve doğrulukla sürdürülmüştür. Türk yetkililer, Amerika2nın Irak’a saldırısından günümüze kadar bazı konuları sık sık dile getirmişlerdir.

Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması,
Irak’ın kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna izin verilmeyeceği,
Irak Türklerinin can ve mallarıyla birlikte haklarının korunması önceliklerimiz arasındadır.
Belirtilen bu hususlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgileri olarak devam etmektedir. ABD’nin bölgeden bölüm bölüm çekilmesi de Türkiye tarafından olumlu karşılanmaktadır.

F-) Türkiye – ABD – Afganistan

Türkiye’nin NATO kapsamında bölgede bulunan asker sayısı 1700’dür. Türk hükümeti, Washington’un beklediği siyasi ve ekonomik desteği sağlarken askeri anlamda bölgede Talibana karşı savaşmayı reddetmektedir.

Türkiye, Afganistan’da düzenlenen uluslararası birçok insani ve ekonomik yardım projelerine destek olmuştur. TİKA fonundan aktarılan sermaye ile eğitim, sağlık ve altyapı alanlarında Afganistan’da iyileştirme gerçekleştirilmiştir. GAP, Afganistan’ın Celelabad şehrinde sulama faaliyetlerinin nasıl gerçekleştirileceği ile ilgili proje çalışmalarına öncülük etmiştir. Yine Türkiye’nin katkılarıyla araştırma merkezi kurulmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton resmi olarak Temmuz 2011’den itibaren Afganistan’dan çekilmeye başlayacaklarını ve bu sürecin 2014 yılına kadar tamamlanacağını duyurmuştur.

ABD’li enerji devi Allied International’dan Manisa’ya 2 milyar $’lık  yatırım yapılması (kömürden asit, amonyak gibi petro kimya ürünleri üretmek amacıyla), ABD’nin Ohio eyaletinde 500 bin $ yatırım yapan Türklere oturma izni verileceğinin belirtilmesi, Afganistan’da Amerikan askerlerinin Kur’an-ı Kerim yakması, Rusya – ABD arasında yapılan askeri işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan mutabakat, ABD’nin New York eyaletinde oldukça önemli bir noktaya yapılması planlanan camii ve bu karara tepkiler – destekler, ABD tarihinin en büyük silah satışını 60 milyar dolar ile Müslüman bir ülke olan Suudi Arabistan’a yapması, Türkiye’nin eksen kayması tartışmaları, Türkiye’de ekonomi alanındaki gelişmeler, Mavi Marmara krizi, terörizm, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Silikon Vadisi ziyaretleri gibi önemli konular da yine bu dönemde iki devleti ilgilendiren önemli gelişmelerdir.

ABD’de Başkanlık Seçimleri

Genç ve dönüşüm yanlısı bir lider olarak Obama, dünyanın dört bir yanından milyonlarca kişiye hitap etmektedir. Amerika merkezli küresel finans krizinin ortasında ilk seçimini kazanan Obama, ilk olarak dış politikadan ziyade ekonomi ağırlıklı sorunlar ile uğraşmayı planlamıştır. Obama yönetimiyle imajı zedelenmiş olan ABD’de yeni bir restorasyon döneminin başladığının sinyalleri verilmiş ve ABD’nin sadece söylemler düzeyinde kalmayacağı belirtilmiştir.

ABD’de savunma harcamaları aynı düzeyde devam ederken eğitim ve sağlık harcamaları artarak devam etmektedir. Obama’nın vaat ettiği sağlık reformunu Romney gerçekçi bulmamaktadır. Ayrıca Romney, Obama yönetiminde % 2.5 olan askeri bütçeyi % 4 olarak düzenlemeyi düşünmekteydi.

Dış politika alanında da Obama doktrini olarak anılmaya başlanan Amerikan yaklaşımı, ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde ki insan hakları karşısında duyarlı olmasını ancak doğrudan askeri güç kullanımı konusunda ise aşırı ihtiyatlı olmasını içermektedir. ( Savaşçı değil barışçı yöntemleri savunan dış politika anlayışı ).

Obama’nın 2008 yılında göreve başlamasıyla ABD’nin çıkarları doğrultusunda Türkiye ile ilişkilerinde olumlu bir havanın oluştuğu gerçektir. Obama dış politika kadrosunda Türkiye’yi tanıyan isimlere yer vermiştir. Bu durum ABD – Türkiye ilişkilerinin sorundan uzak ve gerçekçi yaklaşımlarla şekillenmesi olasılığını artırmaktadır. Obama’nın kadrosu içinde Türkiye’ye en olumsuz bakan Başkan yardımcısı Joe Biden olmuştur. Ermenistan, Irak, Kıbrıs gibi konularda Türkiye aleyhine bazı konuların savunuculuğunu yapmıştır. Aynı şekilde sözde Ermeni Soykırımı iddialarının Temsilciler Meclisi’ne taşınmasında çalışmalar yapmıştır.

Türkiye ile ABD’nin birçok alanda çıkarları örtüşmesine rağmen bazı konularda görüş ayrılıkları olabilmektedir. Ancak ilişkilerin model ortaklık seviyesinde her alanda sürdürülmesi gerekliliği iki devletin çıkarlarına karşılıklı olarak hizmet etmektedir.

Kaynakçalar:

1-) www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/02/120223_obama_apology.shtml

2-) www.akademikperspektif.com

3-) www.usak.org.tr

Mustafa GÜVEN

http://akademikperspektif.com/2012/11/15/ilk-obama-donemi-turkiye-abd-iliskileri/


***




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder