30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 7

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 7


Seçimlere on gün kala Denktaş,

AB’nin Kıbrıs’ın tümünü üye yapmak istediğini, Rumlarla anlaşma
masasına oturabilmesi için, Rumların Kuzeyi düşmandan temizleyecekleri
söyleminden vazgeçmelerini. İki egemen halk, iki devlet ile Türkiye'nin
garantörlüğünü kabul etmeleri gerektiğini. Annan Planının Türkiye’den
gelen yurttaşlardan kırk beş bininin kalmasına izin verdiğini.
Yabancıların, özellikle ABD, Avrupalı ve İngiliz diplomatların muhalefet
lehine açıkça propaganda yaptığını, AB’nin destek paketinin muhalefete
yakın STÖ’ler ile muhalefete ait üç belediyeye yönelik olduğunu, diğer
yirmi sekiz belediyenin yardımdan yararlanamadığını…147 söylüyordu.
AB’nin Kıbrıs ile ilgili algısı Denktaş ve Türkiye’nin sık sık vurgulama
gereği duyduğu yaklaşımın çok uzağındaydı. Bu görüşleri dile getiren,
Verheugen ise Belçika Senatosu’nun Dışişleri Komisyonu’nda yaptığı
konuşmada,

Türkiye'nin [ve Denktaş’ın] Kıbrıs’ta modası geçmiş görüşler
savunduğunu, generallerin kamuoyunu yanılttığını, Kuzey Kıbrıs
seçimlerinin muhalefetin kazanması durumunda AB’nin seçimleri kabul
edeceğini, aksi durumda seçimlerin yasal olmadığını, Denktaş’ın
çözümsüzlüğün baş aktörü olduğunu…148 söylüyordu.
Verheugen’nin sözleri aslında malumun ilanıydı fakat bu sözler
Türkiye’de ve KKTC’de şok etkisi yarattı ve kabul edilemez olarak
nitelendirildi. Seçimler yaklaşırken KKTC’de halk çözüm-çözümsüzlük
ekseninde ikiye ayrılmış, Türkiye’den gelen Türkler ile Kıbrıs’ta doğan Türkler
arasındaki ayrım bazı konularda derinleşmiş, bazı alanlarda ise etkisizleşmişti.
ABD elçisinin ve Verheugen’nin ziyaretleri ise muhalefeti zor durumda
bırakmıştı. Seçimler öncesinde partiler arasındaki çekişme de kızışmış, UBP
lideri Derviş Eroğlu, seçimler sonrasında CTP ile koalisyon kurmayacaklarını,
böyle bir ihtimal doğduğunda erken seçime gideceklerini söylemişti. Seçime
doğru gidilen bu dönemde favori olan CTP ve sol partiler seçim yaklaştıkça
puan kaybetmeye başlamışlardı. Muhalefetin halk nezdinde itibar
kaybetmesinde, AB, Rumlar ve ABD’nin bu partilere açık desteğinin yanında
Denktaş’ın açılımları da etkili olmuştu.149
Aralık ayı başında Türkiye taktik bir kararla, Loizudo davası benzer
davaların iki yıl ertelenmesi şartıyla mahkûm olunan bir milyon Euro
tutarındaki tazminatı ödeme kararını uygulamaya koydu. Tazminat ödendi ve
benzer davalar 2005’e ertelenerek sorun geçici bir süreyle de olsa çözümlenmiş
oldu. Bu manevra ile benzeri davaların KKTC’de kurulan mülkiyet
komisyonlarına gitmesinin de önü açılmış, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’ye
uygulayacağı yaptırımların önüne geçilmişti. Aynı zamanda, üyelik sürecinin bu
dava nedeniyle sekteye uğraması engellenmişti. Bu esnada Rum lider
Papadopoulos, KKTC seçimlerine bir hafta kala bir mektup göndererek,
güvenlik, Türkiye’den KKTC’ye gidip yerleşen Türkler, Güneyden Kuzeye
dönme imkânı doğan Kıbrıslı Rum göçmenler, Ada’da kalacak Türkiye ile
Yunanistan’ın asker sayısı ve 14 maddelik ekonomik konularla ilgili olmak
üzere, Planda 14 maddelik değişiklik isteğini Annan’a iletti.150 Bu gelişmeler
yaşanırken tarihinde ilk defa dünya kamuoyunu bu kadar meşgul eden KKTC
seçimlerinin yapılacağı 14 Aralık gününe de ulaşıldı.

vii) 14 Aralık Genel Seçimleri

Seçim öncesi yaşanan hızlı trafik ve sert mesajlar sonucu seçimlerden
siyasi kriz çıkması, başka bir deyişle koalisyon kurmayı zorlaştıracak bir
sonucun oluşması ihtimali doğmuştu. Daha önceki seçimlere bakıldığında
KKTC’de Sağın %70, Solun ise %30 oy potansiyeline sahip olduğu
görülmektedir. AB ve ABD’den gelen beyanlar, seçimleri iktidar partileri UBP
ve DP’nin kazanması durumunda uzlaşmazlığın süreceği, Türkiye’nin
uluslararası toplumda ve AB üyelik sürecinde karşılaşması muhtemel sorunları
da beraberinde getireceği şeklindeydi. Oysa muhalefetin, özellikle CTP’nin
kazanması durumunda ise, müzakerelerde ve pazarlık masasında Türkiye'nin ve
KKTC’nin eli zayıflayacaktı.151 Seçimler öncesinde CTP, birleşik güçler adı
altında işadamları ve STÖ’lerle işbirliğine gitmişti. Yine Denktaş’a karşı
söylemini sertleştiren CTP lideri Talat, seçim öncesinde Türkiye’ye ılımlı
mesajlar vermişti. Söz konusu gergin trafik içinde 14 Aralık seçimleri barış ve
hoşgörü ortamı içerisinde yapıldı. Seçimler, Kıbrıs tarihinde ilk defa bu kadar
çok gözlemci tarafından izlenmiş, sonuçları değişik devletler tarafından takip
edilmiş ve haberlere konu olmuştu. İlk gelen sonuçlardan anlaşıldığı kadarıyla
sağ ile sol arasındaki makas kapanmış, sağın %70 lik oy oranı %50’lere
gerilemişti. Solun en büyük partisi CTP 33 yıllık tarihinde ilk defa % 35.1’lik
oy oranı ile birinci parti olmuştu.152

1993’teki seçimlerde CTP’nin oy oranı %24, 1998’teki seçimlerde 13.4
idi. Bu oranlarla CTP, UBP ve DP’den sonra üçüncü parti olabilmişti. Sağ
kanatın en büyük partisi UBP tarihinde ilk defa birincilikten ikinciliğe düşmüş
ve oyların %32.9’unu almıştı. UBP 1998’deki seçimlerde %40.4’lük oy oranı
ile birinci partiydi. İktidarın küçük ortağı DP oyların %12.9’unu almıştı. DP,
1998’teki seçimlerde %22.6’lık oy oranına sahipti. Muhalefet kanadının ikinci
partisi, BDH %13.1 oranında oy almıştı. UBP ve DP tabanından oy almayı
planlayan ÇABP barajı aşamayarak Meclise girememişti. Seçimler sonucunda;
CTP: 19, UBP: 18, DP: 7, BDH: 6 sandalye kazanmıştı. Tek başına hiçbir parti
hükümet kurmak için yeterli çoğunluğu sağlayamamış, Denktaş’ın oğlu Serdar
Denktaş’ın Genel Başkanlığını yaptığı DP koalisyon hükümeti kurulması için
kilit konuma gelmişti.153 Ortaya çıkan aritmetiğe göre seçimlerde muhalefet
kanadı blok olarak oyların %50’ye yakınını almıştı. Milletvekili dağılımları ise
sağ kanat: 25, sol kanat: 25 olmak üzere eşit dağılmıştı. Ne sağ kanat, ne de sol
kanat diğer taraftan en az bir partinin katılımı olmaksızın koalisyon kurabilecek
çoğunluğa ulaşamamıştı.

AB ve ABD başta olmak üzere dış basın seçimlerden muhalefetin
oylarını artırarak %50’ye yaklaşmasını sevinçle karşılamıştı. Rum ve Yunan
medyası, milletvekili sayılarının eşit olmasının Denktaş’ın elini güçlendirdiğini
yazmıştı. Ortaya çıkan meclis aritmetiği aslında Seçimler sonucunda,
Denktaş’ın CTP lideri Talat’a hükümeti kurma görevini vermeyeceği iddiaları
üzerine seçimlerin yenilenmesi ihtimali ortaya çıktı. Ankara, kilitlenen sürece
müdahale ederek, seçimlerin yenilenmesini değil, bir an önce koalisyon
hükümeti kurulmasını istiyordu. Hükümet kurulduktan sonra Annan Planı temel
alınarak yeni bir yaklaşım hazırlanması ve müzakere masasına dönülmesini
planlanmaktaydı.154 Seçim sonuçlandıktan sonra mevcut tabloya bakan CTP,
Denktaş’ı müzakerecilikten alacağı söylemini değiştirmek zorunda kaldı ve
söylentilerin aksine hükümeti kurma görevini alan CTP’nin UBP ile koalisyon
görüşmelerinden sonuç alınamadı. CTP bunu üzerine koalisyon için DP’ye
yönelmek zorunda kaldı. Denktaş ise Annan Planı karşıtı söylemini seçimler
sonrasında da devam ettiriyordu.

Bu esnada Kıbrıs sorununun gittikçe aleyhte işleyen bir sürece
dönüştüğünü gören Ankara, çözüm yolunda yeni çıkışlar oluşturmak için
çalışmalarını yoğunlaştırdı. Bu amaçla Türkiye’nin AB üyesi ülkeler ile NATO
üyesi ülkelerde görev yapan büyükelçileri ve BM daimi temsilcisi istişare
toplantısı için 23 Aralıkta Ankara’ya çağrıldı. İstişare toplantısının gündemini,
Türkiye-AB ilişkileri, Kıbrıs sorunu ve Türkiye'nin müttefikleri ile ilişkileri
oluşturuyordu. Toplantıda Kıbrıs stratejisi konusunda da büyükelçilere bilgi
aktarıldı. Böylece dış politikada tek sesliliğin sağlanması amaçlanmıştı.

viii) Ankara’nın Annan Planı Temelinde Çözüm Arayışları ve 2004’ün İlk Ayları

2004 yılına hükümet krizi ile girildi çünkü KKTC’de seçimlerin
üzerinden 17 gün geçmiş olmasına rağmen halen hükümet kurulamamıştı.
CTP’nin hükümet kurma çalışmaları devam ediyordu. Koalisyon ortaklığı için
CTP ile DP arasında alt komisyon kurulmuştu. Müzakere masasında elini
güçlendirmek ve sorunu mutabakat zemininde çözmek isteyen Ankara, Kıbrıs’ta
Meclisteki dört partinin katılımı ile geniş tabanlı bir koalisyon kurulmasını
istiyordu fakat bu istek Kıbrıs aritmetiğinde fazla uygulama şansına sahip
değildi. Ankara’da ise, dış politika karar alıcıları arasındaki çözüm yöntemi
anlaşmazlığı giderilmeye ve Annan Planı temelinde çıkış bulunmaya
çalışılmaktaydı.155 Askeri kanat ile Hükümet arasındaki görüş ayrılığını
gidermek ve ortak bir politika oluşturabilmek için bilgi alış verişi çalışmaları
devam ediyordu.156
Dış politika karar alıcıları ve hükümet etme erkini elinde bulunduranlar
arasındaki anlaşmazlık devam ediyordu. Söz konusu anlaşmazlıklara çözüm
bulabilmek amacıyla 8 Ocakta Çankaya’da Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in
başkanlığında, Başbakan Erdoğan, Genel Kurmay Başkanı Özkök, Dışişleri
Bakanı Gül’ün katılımı ile bir Kıbrıs Zirvesi gerçekleştirildi. Zirveden sonra
ilgili makamlar arasında yakın eşgüdüm içinde ileri bir aşamaya ulaşıldığı
açıklandı. Zirvede; (1) Annan Planı temelinde görüşmelerin devam etmesi, (2)
Müzakereci Denktaş ile kurulacak hükümetin kendi aralarında ve Ankara ile
koordineli çalışması, (3) Kıbrıs konusundaki çalışmaların Genel Kurmay
Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığının yakın eşgüdümü içinde gerçekleştirilmesi
kararlaştırılmıştı.157
Zirvenin yapıldığı gün, 14 Aralık seçimlerinden sonra Cumhuriyet
Meclisinde temsil edilmeye hak kazanan dört parti lideri (CTP, UBP, DP, BDH)
Ankara’ya çağrılmıştı. Ankara’ya gelen liderler ilk olarak Başbakan Erdoğan ile
görüştüler ve kendilerine vakit geçirmeden hükümet kurmaları telkininde
bulunuldu. Kıbrıs’taki koalisyon kurma çalışmaları uzun pazarlık ve
uğraşlardan sonra nihayet sonuç vermişti. Seçimler yapıldıktan yaklaşık bir ay
sonra, 11 Ocakta, CTP ile DP, CTP Lideri M. Ali Talat’ın başbakanlığında bir
koalisyon kurmak için anlaştılar.158 Koalisyon protokolünde Annan Planı’nın
müzakere edilebilir hale getirilmesine çalışılması ve müzakerelerin Plan
temelinde, Ankara ile koordineli olarak yürütülmesi kararlaştırılmıştı. Plan,
kabul edilmese de referanduma götürülmek şartı ortadan kaldırılarak müzakere
edilebilir hale gelecekti.

ix) Annan Planı’nın Yeniden Müzakere Zemini olması ve 24 Nisan Referandumu

Kıbrıs sorununa çözüm bulabilmek ve Ada’da on yıllardır devam eden
anlaşmazlığı ortadan kaldırmak amacıyla 2002 yılının sonunda gündeme gelen
Annan Planı görüşmelerinde, 2003 yılında ve 2004 yılının ilk günlerinde
çözüme yönelik herhangi bir ilerleme sağlanamamıştı. Son iki yılda çözüm
yolunda olumlu adım atılamamış olmasında Rumların AB üyeliğini garantiye
almalarının ve özellikle AB temsilcilerinin kendilerine sağlamış olduğu şartsız
desteğin büyük etkisi vardı. Fakat 2004 yılının ilk ayından itibaren Annan Planı
son bir çözüm umudu olarak yeniden gündeme getirildi. Bu amaçla, iki toplum
liderinin ve Türkiye ile Yunanistan Hükümet yetkililerinin görüşmelerinden
sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan her iki tarafa; üzerinde BM uzmanları
tarafından çalışılarak son şekli verilmiş olan Annan Planı’nı tekrar sundu.159
Annan Planı uzlaşma görüşmeleri bu sefer New York’ta değil İsviçre’de
yapılacaktı ve KKTC, Başbakan Mehmet A. Talat tarafından temsil ediliyordu.
Denktaş, Kıbrıs’ta sürdürülen müzakerelerde temelde bir değişiklik olmadığını
söyleyerek İsviçre’de yapılacak olan dörtlü zirveye katılmayacağını açıklamıştı.
Yunanistan’da da temsil düzeyini düşük tutarak Başbakan Kostas Karamanlis’in
İsviçre’ye gitmemesi yönünde bir eğilim belirlemişti.160 Dörtlü zirveye Türkiye
ve Yunanistan Dışişleri Bakanı, Kıbrıs Rum ve Türk tarafı ise Başbakan
düzeyinde katılacaktı.

Annan Planı ile ilgili en önemli sorunlardan bir tanesi “mülkiyet
sorunuydu”.161 Annan Planı Taslağı’nda ise bazı değişiklikler yapılmıştı.162
Dörtlü zirve 25 Mart’ta İsviçre’nin Bürgenstock Kenti’nde (Lozan yakınlarında)
başladı. Zirve’ye Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Yunanistan Dışişleri
Bakanı, KKTC Başbakanı Mehmet A. Talat ve GKRY Cumhurbaşkanı Tasos
Papadopoulos katılıyordu. Görünürde en yüksek temsil düzeyi GKRY tarafında
olmasına rağmen, çözüme en uzak taraf da yine GKRY idi.
Görüşmelerde ele alınan en sorunlu konu sınırların Rumlar lehine
değiştirilmesi ile Güney’deki Rumların tekrar Kuzey’e yerleşmesiydi. Bu
durumda hem nüfus dengesi bozulacak hem de Kuzey’deki geri yerleşmeler
esnasında problemler çıkacaktı. KKTC heyeti Mart sonunda son şekli ilan
edilecek olan Annan Planı’nın özellikle yerleşim sorunu ve sınır değişikliği
konusunda Türk Toplumu aleyhinde hüküm içermeyeceğini ve geri dönüşün
sınırlandırılacağını ümit ediyordu. Rumlar ise, garantör devlet tanımının devam
etmesi, idarenin nüfus temelli olmaması ve Ada’da az sayıda da olsa Türk
askerinin bulunmasına izin verilmesi gibi esaslı nedenlerden dolayı Planı kabul
edilebilir bulmuyorlardı.163
Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü her iki taraf da Bürgenstock
şehrinde devam eden görüşmelerden daha çok Plan’daki hükümlerin kendi
lehlerine revize edilmesi için yoğun bir diplomasi faaliyeti başlattı.164 30 Mart
aynı zamanda Türkiye’de yerel seçimlerin yapıldığı tarihle üst üste gelmişti ve
Kıbrıs’ta çözüm için inisiyatif alan AK Parti Hükümeti seçimlerden güçlenerek
çıktı. Bu durum dünya kamuoyunda çözüm yolunda ümitleri artırıcı bir etki
yarattı.165

30 Mart 2004 tarihinde Annan Planı’nın son hali üç dilde (Türkçe,
İngilizce ve Yunanca) olarak bir bütün halinde yayınlandı. Son sunulan Plan
başladığı günden 2004 yılına kadar geçen sürede çözüm aranan 4. Taslaktı. Son
açıklanan Taslak Plan ile Kıbrıs’ta, iki eşit devletten oluşan bir konfederasyon
oluşturuluyordu. BM ve BM Güvenlik Konseyi Plan’ı destekliyordu fakat
GKRY Cumhurbaşkanı Tasos Papadopoulos halen Annan Planı’nın kabul
edilemez olduğu görüşündeydi. Rum gazeteleri de hemen hemen toplu halde
halinde Plan’ın bu şekliyle kabul edilmesinin imkansız olduğunu yazıyordu.166
Annan Planı ekleriyle birlikte dokuz bin sayfadan oluşuyordu ve bu kadar kısa
sürede tamamen incelenmesi imkansızdı.167
Rum Lider Papadopoulos, GKRY 1 Mayıs’ta AB üyesi olduktan sonra
Annan Planı’nın Rum istekleri doğrultusunda revize edilerek Kıbrıs’ta çözüme
ulaşılabileceğini düşünüyordu ve açıklandığı günden itibaren son şekli ile
Annan Planı temelli bir çözümü kabul edilebilir bulmuyordu. Bu nedenle dörtlü
zirvede yapılan görüşmelerde hiçbir konuda uzlaşma sağlanamadı.168
Bürgenstock’taki müzakerelerden çok fazla sonuç çıkmayacağı belliydi ve bazı
kısmı değişikliklerden sonra 4. Annan Planı’nın Güney’de ve Kuzey’de
referanduma sunulmasına karar verildi. Her iki taraf da evet ve hayır konusunda
bölünmüş ve istediği sonucu elde etmek için çalışmaya başlamıştı. Bu esnada
Aralık 2003 seçimlerinden sonra KKTC’de kurulmuş olan koalisyonun büyük
ortağı CTP, Nisan ayı başında referandumda evet diyeceğini ilan etti.169

Koalisyonun diğer ortağı DP’nin tutumu belirsizken, Ana Muhalefet
Partisi UBP’in hayır demesi bekleniyordu. BDH ve TKP ise evet diyecekken
meclis dışındaki MAP ile KAP hayır diyeceklerini açıklamışlardı. Rum
tarafında ise, Papadopoulos ve partisi DİKO hayır diyeceklerin başını
çekiyordu, AKEL evet diyeceğini açıklamıştı, Ana Muhalefet Partisi DİSİ
kararını henüz açıklamamıştı. Rum Lider Papadopoulos ile benzer olarak
Denktaş da hayırcılar arasındaydı.170 Ankara, Planı destekliyordu fakat askeri
kanat çekincelerini MGK’da açıklayarak Plan’a mesafeli yaklaşmayı tercih
etmişti. Askeri kanadın çekinceleri temel olarak üç başlık altında toplanmıştı:
(1) Çözümün Avrupa Birliği'nin birincil hukuku haline getirilmesinin garanti
altına alınmamış olması, (2) Uygulamada sorunlar çıkabileceği olasılığı, (3)
Türk varlığının, Türkiye'nin garantörlüğünün ve iki kesimlilik ilkesinin
zayıflatılmaması için uygulamada özen gösterilmesi gerektiği şeklindeydi.171
Türkiye’deki hem sağ hem de sol eğilimli siyasi partilerin büyük kısmı
ise Annan Planı temelli bir çözüme karşıydılar ve temsilcileri Ada’ya giderek
Plan’a hayır denilmesi için aktif olarak çalıştılar.172 Buna rağmen, 24 Nisan
2004 tarihinde yapılan referandumda, KKTC halkının %65 gibi büyük
çoğunluğu Plan’a evet oyu verirken, Rum tarafı %76 gibi ezici bir çoğunlukla
hayır oyu verdi. Ortaya çıkan sonuç zaten bekleniyordu fakat yine de dünyada
büyük bir infial yarattı ve şaşkınlıkla karşılandı.173 Oylamadan bir hafta sonra
da GKRY AB üyesi olarak Annan Planı temelli son çözüm umudu da ortadan
kalkmış oldu. GKRY Yönetimi, referandumda hayır oyu kullanması nedeniyle
AB ve BM’den kendilerine yönelik sert eleştirilerin gelmesinden korkuyordu
fakat böyle bir durum yaşanmadı.174 Rumlar bir defa daha AB’nin çifte
standardından ve BM’deki işbirlikçilerinin desteğinden sonuna kadar
yararlanmışlardı.

Plan, Rumların hayır oyları ile reddedildikten sonra, ilk günlerde
KKTC’ye yönelik ambargonun kaldırılması ve Kıbrıs Türk Halkına bazı
iyileştirmelerde bulunulması gündeme geldi. Fakat tüm bu girişimler daha sonra
Rumlar tarafından engellendi. Plan reddedildiğinde Aralık ayında Türkiye’ye
tam üyelik tarihinin verilip verilmeyeceği belirsizdi ve AB yine Rumların ve
Yunanistan’ın dümen suyunda hareket etme eğilimindeydi.175 Annan Planı
reddedildikten bir müddet sonra Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği yeninden
gündeme geldi. Kıbrıs’ta devam eden yoğun diplomasi trafiği nedeniyle AB ile
ilişkiler ikinci plana itilmişti. 2004 Aralık ayında yapılacak zirvede Türkiye’ye
tam üyelik statüsünün tanınması bekleniyordu ve bu durum KKTC’nin de
geleceği ile doğrudan ilintiliydi. 2004 yılının Mayıs ayında yapılabilecek bir
değerlendirmede Türkiye’ye tam üyelik statüsü tanınmazsa ortaya çıkabilecek
olası gelişmeleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

x. 2004 Yılı Aralık Ayında Türkiye’ye Müzakere Tarihi Verilmeyip
GKRY’nin Üyeliği Durumunda Ortaya Çıkması Beklenen Gelişmeler
Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün devam edeceğinin anlaşılmasından sonra
Türkiye’nin 2004 Aralık ayında tam üyelik için müzakere tarihi alması çok
önemliydi. Aksi durumda ortaya çıkması öngörülebilen gelişmeler şu şekilde
sıralanabilir:

(1) GKRY 1 Mayıs tarihi itibarıyla tam üye olacağı için, Yunanistan ile
birlikte, Birliğin tüm karar alma organlarında temsil ve oy hakkına sahip olacaktı. 
(2) KKTC’nin Türkiye ile entegrasyona gitmesi dönemin şartları
içinde denklemin tüm bileşenleriyle mevcut durumu içinden çıkılmaz hale gelecekti. 
(3) Bunun anlamı bundan sonraki üyelik sürecinin olduğundan iki kat daha sancılı geçecek olmasıydı. 
(4) Bu yıllarda NATO’nun merkezi konumu aşınmaktaydı. AB üyeliği yolundan dönüldüğünde Avrupa Ordusu konusunda
sağlanan garantiler gelecekte Türkiye'nin çıkarlarını korumakta yetersiz kalacaktı. 
(5) AB, Balkanları, Rusya’yı ve Kafkasya’yı giderek etki alanına çekmekteydi. 
(6) AB üyesi olamamak dış politikada bu alanlardaki hareket kabiliyetini kısıtlayacaktı. 
(7) İçine kapanmaya başlayacak olan zayıf ekonomi zorlanacaktı. 
(8) GB Antlaşması aleyhte işleyecek, pazar ve dış sermaye kaybına uğranacaktı. 
(9) Tüm ekonomik makro ve mikro dengeler sarsılacaktı.
(10) Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki siyasal ağırlık kaybedilecek, bu bölgelerde 
hassas dengeler üzerine kurulmuş olan ekonomik ilişkiler zayıflayacaktı. 
(11) Türk Cumhuriyetleri ve bağımsızlığını yeni kazanmış yakın
çevre ülkeleri üzerindeki etki kalkacak prestij kaybına uğranılacaktı.

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder